4 Nisan 2014 Cuma

Holy Motors

Holy Motors

Bu yazıyı yazdıktan sonra internette film yorumlarına baktım ki diğer insanlar tamamen benden farklı düşünmüşler :) Dolayısıyla bu yazıyı okurken amatör bir görüş bildirimi olduğunu unutmadan okumanızı dilerim.

Filmi izlerken hep iki farklı açıdan düşünmek durumunda kaldım.
       Bunlardan ilki sinema dünyası iken
       diğeri insanın hayata duruşu.
Dolayısıyla sahneleri incelerken de iki tarafı da okuyup not düşüp, ortada birleşip birleşmediklerine bakalım.

Filmin açılışı...Kısaca
Film,bir sinema salonunda gözleri kapalı oturmakta olan seyircileri gördüğümüz bir sahneyle başlıyor. Seyirciyi görür, ancak perdeyi göremeyiz. Seyircinin baktığı bu perde aynı zamanda bizim de bu filmi izlediğimiz perdeye benzer.
Kısa ancak üzerinde çok düşünülmesi gereken bu görüntünün ardından sahne değişir. Daha sonra kahramanın pencereyi aralamasıyla anlayacağımız üzere sahne havaalanına yakın bir otel odasıdır.
Kahraman uyanır, güneş gözlüğünü takar, pencereden bakar. Pencereden uçakların iniş kalkışları görülür ancak bu esnada gemi sesi duyulur. Ve kahramanımız bu sesin kaynağının orman dekorlu duvarın ardından gelmekte olduğunu fark eder.
(Gözlerinde güneş gözlüğü olan oyuncunun, az önce gördüğümüz gözleri kapalı seyirci ile bağlantısını şimdilik not düşelim. )
Kahraman, gemi ve martı seslerini takip ederek duvarda bir kapı bulur. Parmağının bir anahtar olduğunu farkeder ve kilitli kapıyı açar. Kahramanımız böylece bir sinema salonuna adım atar. Sinema perdesine doğru ilerlemekte olan bir bebek ve siyah bir köpek görürüz.
Bu açılışlar epey Lynch vari. Belirsiz bir yerde uyanan bir kahraman ve arka plan sesleri David Lynch in sıklıkla başvurduğu referanslar.

Artık Filmin içindeyiz
Kamera perdeye yaklaşırken tamamen farklı bir sahne ile karşılaşırız. Az önce duymuş olduğumuz gemi sesinin ardından bu sahnede gemiye oldukça benzeyen bir ev görüntüsü ile karşılaşırız. Kahramanımızın artık güneş gözlükleri yoktur.
Seyircilerin gözleri kapalıydı ve az önce otelde uyanan kahramanımız/oyuncumuz da güneş gözlüklüydü. Oyuna yani senaryoya girdiğinde oyuncunun gözlükleri de ortadan kalkmış oldu. Yani gerçeklik ile film arasında bir rol değişimi var. Oyuna giren oyuncu gözlüklerini atmıştır.

Kısaca
Filmin başından şu dakikaya kadar bize anlatmak istediği bir kaç nokta var:
. Görmeyen gözler. 
     - Hayat açısından   : Filmin açılışında seyirciler bir kurguyu gözleri kapalı izlemekteydiler. Pasif olan hayatın içinde olmayan her varlık kördür diyebiliriz belki.
     - Sinema açısından : Seyirci, kendi düşüncelerine tutsaktır, dolayısıyla asıl fikir sahibi olduğu şey yönetmenin anlatmak istediği değil de kendi gördükleridir. Otelde uyanan kahramanımız da güneş gözlüklerini takıp pencere araladı ve dekordan başka bir sahneye adım attı. Filme girdiği anda asıl oyuncu olarak dahil olduğu anda artık gözlükler ortadan kalktı. 
Kısaca izleyici olan değil yaşayan görür.
. Havaalanındaki otelde gemi sesi,perdeler ve dekorlar, aralanan pencere ve kilitli kapı:
     - Hayat açısından   : Gördüklerimiz, zihnimizin yorumuna bağlıdır.Havaalanında duymamız gereken uçak sesi iken zihnimiz gemi sesi ile kendi gerçekliğimiz içinde olduğumuzu hatırlatır. Zihnin yorumunu farkettiğimiz anda perde veya dekordan öte tarafa geçmeye, hakikati görmeye başlarız. Yorumumuz kalmaz. Tam da perde kalktığında, kilitli kapı açıldığında görmeye başlarız.      - Sinema açısından : Yukarıdaki gibi seyirci yine kendi düşüncelerine tutsaktır, dolayısıyla asıl fikir sahibi olduğu şey yönetmenin anlatmak istediği değil de kendi zihnidir.İzlediğimiz şey perde değildir. Perdenin ardındaki anlamdır. Ne zamanki perdeyi değil de içeriğine dahil olursak filmin akışına da dahil oluruz.
Kısaca zihnine ve düşüncelerine tutsakken gördüklerin sadece kendi düşüncelerin olacaktır. 

Filme devam edelim ...

Kahramanımızın isminin Oscar olduğunu öğreniriz. (şimdilik bunu kenara not düşelim)
Bundan sonraki sahnelerde Oscar kendisine tahsis edilmiş limuzinle belirli yerlere giderek çeşitli görevler gerçkleştirir. Sanırım insanları filmden soğutan kısımlar bunlar oldu :)
Aslında Oscar'ın film sektöründe bir oyuncu olduğunu ve set set koşarak rol yaptığını düşünürsek değişen sahneleri anlamlandırmak kolay oluyor.  Oscar da epey manidar biri isim :) (Oscar goes to...) Ancak hem hayatımızı hem de filmi ayrı ayrı değerlendirmeye devam edelim.
Görevlerine bakarsak:
Gemi benzeri evden çıkan takım elbiseli bir iş adamıdır. limuzine biner ve
  1. indiği yerde artık yaşlı bir dilenci kadın kılığına girmiştir. Dilenci olarak para toplarken dudakları oynamaz ancak bir içses duyarız.Kendisini kimsenin sevmediği çok yaşlı biri olduğundan bahseder. Sinema : Oyuncu kendisini rolüne inandırmaktadır
    Hayat:  Hepimizin gün içinde farklı rolleri var. Örneğin bir anne,baba ve işadamı rollerimiz var. Bu rollere girebilmek için bu rollere inanmamız gerekir.

  2. “Oscar'ın gideceği” bir sonraki görevi bir animasyonda model olmaktır. Bunun ardından sonraki görevine hazırlanır. Bu esnada limuzin şoförüne “bu hafta ormanda görev yok mu?” diye sorar. Şoför olmadığını söylediğinde “ormanı özlüyorum” der.

    Animasyon filmine model olmaya giderken aslında sanal bir dünyaya adım atmaktadır. Oysa orman veya tabiat gerçekliğe bir atıf gibi. Filmin başındaki orman dekoruna da  gönderme gibi duruyor.

    Sinema: Hatırlarsanız orman dekoru ile karşılaştığında aslında Oscar oyunda değildi sadece oyuncu olduğunun bilincindeydi. Dolayısıyla sadece kendisinin girebildiği o gerçekliğe bir özlem duymaktadır. Ve animasyon gibi bilgisayar dünyasının dahil olduğu noktada gerçek bir oyunculuk sergilediğini düşünmemektedir.
    Hayat: Günümüz dünyası sanallaşmıştır. Hepimizin bir gerçek kimliği bir de sanal kimlikleri oluştu. Ve sanal kimliklerimiz aslımızla alakasız.
  3. Sıradaki görevde Oscar faredir. Kanalizasyonlarda gezip çiçek kağıt ne varsa yer.

    Sinema:Burada da ilk aklıma Cronenberg geldi. Zaten peşi sıra sahnelerden birindeki yönetmen olarak boy gösteren Geoffrey Carey'in , David Cronenberg'e benzediğini söylemeye bile gerek yok.
    Hayat: Bu kısa filmde ise gerçekliğin tamamen derinleştirip bilinçaltına inerek en derin fantezilerin, kötü huyların döküldüğü bir alt katmandayızdır. 
  4. Bu görevinin ardından bir kızını partiden almaya giden bir babayı canlandırır.
    Belki önemsiz bir rol ve hayattaki önemsiz anlar.

  5. Her sinemada olduğu gibi burada da filme ara verilir. Ancak oyuncumuz bu arada da yine bir rol oynar. Film arası müziği ile bizlere şölen sunar.
    Oyuncunun kendi hayatına dönmesi 
    hayata dair... rollerimizden arındığımız gerçek benliğimiz
  6. Sonraki görevinde, kendi benzerini öldürüp bir oyunun tuzağına düşerek katilin ve kurbanın kim olduğunun belirsiz olduğu gerilim filmi oyuncusu olur.
    Açıkçası daha iyi sinema okuryazarları kesinlikle buradaki yapımda akıllarına bir yönetmen getirmişlerdir. Bana bu sahneler bir Coen Brothers anımsatmıştır. Bana bunu anımsatanın ne olduğunu tam bilmiyorum :) Hayata dair ise kendi kendimizin kurbanı ve celladı olduğumuzu düşünebiliriz.

  7. Limuzine geri dönüp bir sonraki rolüne hazırlandığı esnada, Oscar arabada yalnız olmadığını farkeder. Limuzinde ajansın adamlarından biri de oturmaktadır.

    Bu kısım filmin özeti gibidir. Oldukça açıklayıcı bir diyalog geçer ikili arasında. Adam Oscar'a yaptığı rolün insanlar tarafından artık inandırıcı bulunmadığını söyler. Bunun nedenini öğrenmeye çalışır. Yorgunluk mudur yoksa artık işini sevmiyor mudur? Oscar eski oyunculukları film setlerini özlediğini söyler. Eskiden kameraların çok daha büyük olduğunu giderek küçüldüğünü ve şimdilerde kameraları görünmediğini söyler. Artık kendisinin de inanmakta zorluk çektiğini söyler. Adamımız ise Oscar'a cevaben role inanmak için kameraları görmeye ihtiyacının olmadığını söyler. Ve neden devam ettiğini sorar. Oscar neden başladıysam aynı nedenle yani “rol yapmanı güzelliği” der. Adamımız gözlüğünü çıkararak, güzelliğin sadece bakanın gözlerinde olduğunu söyler. Oscar “ya artık bakan kalmazsa” der.

    Bu noktada yine seyircinin görmezliğine atıfta bulunarak, bizi filmin başına döndürmüş oldu. Artık seyirci bakmamaktadır,görememektedir. Onların gözleri kapalı olduğundan, güzellik, onların gözlerinde de olamaz. Oscar ise insanlar rolünü beğensin diye değil de, rol yapmaktan hala keyif aldığı için işine devam etmektedir. Teknoloji öyle hızlı ilerlemiştir ki aslında rol yaptığının veya bir film setinde olduğunun bile farkında değildir. Hatta rolüne kendi bile bazen inanmamaktadır
    Hayata taşırsak bu durumu aslında biz bir izleyen olmadan kimiz? diye sorgulayabiliriz.Kimse bakmıyorsa rollerimizi sürdürebilir miyiz? Güzellik bakanın gözlerindeyse, bakan baktığını ne kadar doğru tanımlayabilir?ve bizlerin bu tanıma inanması ne kadar doğrudur?

    Bu konuşmanın ardından limuzin şoförü Celine, Paris'in bu gece güzel göründüğünü söyler. Ancak Oscar baktığında etrafı yeşil bir ışık altında farklı renklerde görür. Sanki bir kameradan izliyormuşçasına.
    Oyuncu artık izleyici olmuştur. Veya hayata dair bakarsak kendi gözlerinden ne gördüğünü farketmiştir.

    Sonraki rolünün konuşmalarını ezberlerken Oscar birden limuzini durdurur. Birden arabadan farklı bir karakter olarak iner ve birkaç kişiyi öldürür. Belli ki bu hiç de planlanan bir şey değildi ki Celine etraftakilere karışıklık olduğu açıklamasını yapar.
    Büyük bir ihtimalle Oscar kaçak bir rol üstlenir burada. Ya birinin rolünü çaldı ya da ajanstan bağımsız bir iş yaptı.İzleyici olmak değil oyuncu olmaya devam etmek istedi. Ve yine hayata dair... kimse izlemediğinde kendimizle başbaşa kalırız. İzleyen biz oluruz. Acaba bu yük çok ağır gelebilir mi? Hatta öyle ağır bir yükki birden yine izlenmek gözler önünde olmak ve boylece varlığımızı kanıtlamak isteyebiliriz.
  8. Peşi sıra rolünde yaşlı bir adamı canlandırır. Filmin başında sahneye yürüyen iri siyah köpek burada da rol üstlenmiştir.
  9. Sonraki rolü bir müzikaldir. Bu rolünün arından tekrar limuzine bindiğinde etrafı tekrar farklı renklerde görür. Burada da limuzin şoförü ile bir konuşma geçer. Oscar gece yarısı olmadan gülmeleri gerektiğini söyler. Yarının ne olacağı bilinmez.
  10. En son rolünde eşi ve çocuğu maymunlardır. Gece yarısını biraz geçe, ertesi sabaha kadar üstleneceği baba rolü için eve girer.
Limuzin artık oyuncusunu bıraktıktan sonra ajansa geri döner. Ajansın ismini görürüz Holy Motors.


HolyMotors ismindeki ajans aslında Hollywood'a bir göndermedir.Hollywood kelime itibariyle bir tür bitkiormanı olduğundan filmin başındaki orman dekoru ve "ormana geri dönmek" isteğini daha kolay anlayabiliriz. Holy ile hollywood'un kutsallaştırıldığı ve motor ile mekanik, duygudan uzak bir ifade elde edildiğini de anlayabiliriz. Hayata dair bakıldığında ise insan oyun sahasında olmayı ister. Kendi sahasında kendi gözlüklerini bıraktığında yaşama dahil olduğunda yaşamaya başlar.Kutsal olan budur. Ancak şu an bunu mekanize bir duygusuzlukla rollere bürünerek ve sadece izleyici olarak yaparsa sadece izleyici olacaktır. Üstüne üstlük kendi hayatının değil bir başkasının hayatının izleyicisi.

Bir çok limuzin ile birlikte Celine'in kullandığı limuzin de garaja park eder. Celine bir maske takarak araçtan ayrılır. Artık onun rolü bitmiştir. Nasıl ki Oscar oyunculuğunu göstermeden önce gözlüklüyse, burada da Celine oyunu bitirip maskeli haline geri döner.
Oyuncu filmde olduğu sürece oyuncudur ve insan hayatın içinde olduğu sürece yaşar.
Tüm limuzin şoförleri ayrılınca, limuzinler kalır. Limuzinlerin de başka sorunları vardır. Limuzinlerden bir tanesi artık insanların görünür makineleri istemediklerini, bir diğeri de artık hareket(action) istemediklerini söyler. Bir diğeri, insanların aslında ne istediklerini sorar. Hiçbiri bilmemektedir.
Limuzinler filmin teknik ekibi diye düşünülebilir. Film boyunca teknolojinin değişiminden bahsedildiği için burada da rahatlıkla limuzinlerin kendilerine ihtiyaç duyulmadığını düşünmelerinin sebebinin teknolojik gelişmeler olduğunu düşünebiliriz. Artık filmlerin set ekibine ihtiyaçları olmadığını düşünürler. İzleyicinin de zaten böyle bir talebi yoktur. Aslında izleyicinin hiç talebi yoktur. Ne istediğini bilmez.
Hayata dair bakınca da izleyici sadece izleyicidir. Dahil olmadığı konu hakkında talepte bulunamaz. Zaten sadece izlediği için bir talebi de olamaz. Talep yaşamayı ve hayata dahil olmayı gerektirir. İzleyici değil oyuncu olmayı gerektirir. İzlediği kendi hayatı bile değildir. Bir başka hayatı izler ve arka plandaki teknik altyapıyı da görmezden gelir. Bu karşımdaki hayatın bu noktada olmasına sebep olan kurgu,teknik altyapı nedir sorgulamaz ve dahi aklına da gelmez.
Sonuçta
Bir çok insan filmin dünya düzenine bir başkaldırı olduğunu belirtmiş. Olabilir ancak ben yine de bu açıdan bir bakış ile tüm filmi çözemedim.
Bir başka görüş ise filmin “hayat bir sahnedir” konusu etrafında döndüğüdür. Bence tam ifadesi hayat bir filmdir.

Holymotors hem Hollywood eleştirisi iken hem de hayata dair bir eleştiridir. Zaten filmi de hayattan koparamayız. Film hayatın içinden çıkmıştır. Belki bizi bize yansıtır. Gözlükleri çıkarıp bakmak ve dahil olmak gerekir.

Aslında film de bir bütündür. Aynı hayat gibi.
Bir film oyuncusuyla, yönetmenleriyle, köpek ve bebek gibi figüranlarıyla, limuzin ve şoförü gibi arkada çalışan kameraman vb. tüm ekibiyle birlikte bir film olabilir. Sinema eleştirisi gibi düşünürsek kısa filmlerin türlerini bile bir nedeninin olduğunu anlayabiliriz. Hatta filmin başında ve sonunda da ustaya saygı gibi kısa geçişler de vardır. Her kısa film bir başka yönetmene gönderme yapar niteliktedir. Her kısa filmin ayrı bir türü vardır. Dram, gizem, cinayet, müzikal, bilim kurgu,animasyon,...öyle çok gönderme ile karşılaşılıyor ki, eminim sinema bilgi seviyesi benden ileride olan bir çok insan için bu filmden sayfalar dolusu yazı çıkar. Ancak benden bu kadar :)


Hayat da böyledir.

Kendi hayatına izleyici kalmadığın veya başkalarının hayatlarına kapılıp gitmediğin, kendi dünyanın kurgusunda yaşadığın ve rollerini atma cesareti bulup da kendini farketmeye çalıştığın. Sen bir başkasının hayatına bakarken nasıl körsen, bir başkasının da senin hayatına bir kör olarak bakacağını unutmadan onların beğenileri dahilinde yaşamayı bırakarak, aynı şekilde gözlemlediğin herşeyde kendi düşüncelerini katmayı bırakarak ve böylece başkalarını yargılamadan yaşama cesareti bulduğun, kendikendinin kurbanı ve celladı olmayı bırakıp, izleyeceksek de kendimizi izlediğimiz bir filmdir. Etrafımızdaki figüranları veya hayatımıza şekil verenleri hayattan dışlayan bireyselliğimizi bırakıp onlara sunduğumuz maskeleri ve onları gözlemlediğimiz gözlükleri atmamız lazım. 
 
Ve evet hepimizde birer maske var. Her gün sabah bir aile babası iş adamı birinin arkadaşı vb. rollerimiz var. Gün içinde bu roller değişir bir iş adamı birinin çocuğuna veya birinin en iyi arkadaşına dönüşebilir veya insan bilinçaltında yer eden nefreti,kırgınlığı bastırabilir. Hayat karmaşıklaştıkça ve günümüzdeki teknoloji ve bilgi içinde rollerimiz de artar. Sanal bir hayatımız ve beğendirmeye çalıştığımız bir kimliğimiz var. Bizler görünmez kameraların (ki bunlar diğer bireylerdir) önünde oyuncularız. Asıl izlenmediğimizde biz neyiz, kimiz, hayatımızı görmeyen gözlere değil kendimize beğendirmeye çalışıyorsak bu roller nedendir?


Kısacası

Film bize kendi hayatımızı,hayatın içindeki bizi sorgulatırken öte yandan kendini de film sektöründe sorgulamaktadır. Film bize kendimizi sorgulatırken haddini aşmamış kendini de yargılamıştır. Bize bakarken gözlüklerini çıkarıp kendi yargısıyla bizi eleştirmeden içindeki sorunları farketmiştir.Bizlerin de filmi sorgularken gözlüklerimizi çıkarıp kendi yargılarımızı bir kenara bırakarak kendi sorunlarımızı farketme konusunda yardımcı olmuştur. Nihayetinde film bizi eleştirirken kendini izlemiş ve biz de filmi incelerken kendimizi izlemiş olduk.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder