4 Nisan 2014 Cuma

Holy Motors

Holy Motors

Bu yazıyı yazdıktan sonra internette film yorumlarına baktım ki diğer insanlar tamamen benden farklı düşünmüşler :) Dolayısıyla bu yazıyı okurken amatör bir görüş bildirimi olduğunu unutmadan okumanızı dilerim.

Filmi izlerken hep iki farklı açıdan düşünmek durumunda kaldım.
       Bunlardan ilki sinema dünyası iken
       diğeri insanın hayata duruşu.
Dolayısıyla sahneleri incelerken de iki tarafı da okuyup not düşüp, ortada birleşip birleşmediklerine bakalım.

Filmin açılışı...Kısaca
Film,bir sinema salonunda gözleri kapalı oturmakta olan seyircileri gördüğümüz bir sahneyle başlıyor. Seyirciyi görür, ancak perdeyi göremeyiz. Seyircinin baktığı bu perde aynı zamanda bizim de bu filmi izlediğimiz perdeye benzer.
Kısa ancak üzerinde çok düşünülmesi gereken bu görüntünün ardından sahne değişir. Daha sonra kahramanın pencereyi aralamasıyla anlayacağımız üzere sahne havaalanına yakın bir otel odasıdır.
Kahraman uyanır, güneş gözlüğünü takar, pencereden bakar. Pencereden uçakların iniş kalkışları görülür ancak bu esnada gemi sesi duyulur. Ve kahramanımız bu sesin kaynağının orman dekorlu duvarın ardından gelmekte olduğunu fark eder.
(Gözlerinde güneş gözlüğü olan oyuncunun, az önce gördüğümüz gözleri kapalı seyirci ile bağlantısını şimdilik not düşelim. )
Kahraman, gemi ve martı seslerini takip ederek duvarda bir kapı bulur. Parmağının bir anahtar olduğunu farkeder ve kilitli kapıyı açar. Kahramanımız böylece bir sinema salonuna adım atar. Sinema perdesine doğru ilerlemekte olan bir bebek ve siyah bir köpek görürüz.
Bu açılışlar epey Lynch vari. Belirsiz bir yerde uyanan bir kahraman ve arka plan sesleri David Lynch in sıklıkla başvurduğu referanslar.

Artık Filmin içindeyiz
Kamera perdeye yaklaşırken tamamen farklı bir sahne ile karşılaşırız. Az önce duymuş olduğumuz gemi sesinin ardından bu sahnede gemiye oldukça benzeyen bir ev görüntüsü ile karşılaşırız. Kahramanımızın artık güneş gözlükleri yoktur.
Seyircilerin gözleri kapalıydı ve az önce otelde uyanan kahramanımız/oyuncumuz da güneş gözlüklüydü. Oyuna yani senaryoya girdiğinde oyuncunun gözlükleri de ortadan kalkmış oldu. Yani gerçeklik ile film arasında bir rol değişimi var. Oyuna giren oyuncu gözlüklerini atmıştır.

Kısaca
Filmin başından şu dakikaya kadar bize anlatmak istediği bir kaç nokta var:
. Görmeyen gözler. 
     - Hayat açısından   : Filmin açılışında seyirciler bir kurguyu gözleri kapalı izlemekteydiler. Pasif olan hayatın içinde olmayan her varlık kördür diyebiliriz belki.
     - Sinema açısından : Seyirci, kendi düşüncelerine tutsaktır, dolayısıyla asıl fikir sahibi olduğu şey yönetmenin anlatmak istediği değil de kendi gördükleridir. Otelde uyanan kahramanımız da güneş gözlüklerini takıp pencere araladı ve dekordan başka bir sahneye adım attı. Filme girdiği anda asıl oyuncu olarak dahil olduğu anda artık gözlükler ortadan kalktı. 
Kısaca izleyici olan değil yaşayan görür.
. Havaalanındaki otelde gemi sesi,perdeler ve dekorlar, aralanan pencere ve kilitli kapı:
     - Hayat açısından   : Gördüklerimiz, zihnimizin yorumuna bağlıdır.Havaalanında duymamız gereken uçak sesi iken zihnimiz gemi sesi ile kendi gerçekliğimiz içinde olduğumuzu hatırlatır. Zihnin yorumunu farkettiğimiz anda perde veya dekordan öte tarafa geçmeye, hakikati görmeye başlarız. Yorumumuz kalmaz. Tam da perde kalktığında, kilitli kapı açıldığında görmeye başlarız.      - Sinema açısından : Yukarıdaki gibi seyirci yine kendi düşüncelerine tutsaktır, dolayısıyla asıl fikir sahibi olduğu şey yönetmenin anlatmak istediği değil de kendi zihnidir.İzlediğimiz şey perde değildir. Perdenin ardındaki anlamdır. Ne zamanki perdeyi değil de içeriğine dahil olursak filmin akışına da dahil oluruz.
Kısaca zihnine ve düşüncelerine tutsakken gördüklerin sadece kendi düşüncelerin olacaktır. 

Filme devam edelim ...

Kahramanımızın isminin Oscar olduğunu öğreniriz. (şimdilik bunu kenara not düşelim)
Bundan sonraki sahnelerde Oscar kendisine tahsis edilmiş limuzinle belirli yerlere giderek çeşitli görevler gerçkleştirir. Sanırım insanları filmden soğutan kısımlar bunlar oldu :)
Aslında Oscar'ın film sektöründe bir oyuncu olduğunu ve set set koşarak rol yaptığını düşünürsek değişen sahneleri anlamlandırmak kolay oluyor.  Oscar da epey manidar biri isim :) (Oscar goes to...) Ancak hem hayatımızı hem de filmi ayrı ayrı değerlendirmeye devam edelim.
Görevlerine bakarsak:
Gemi benzeri evden çıkan takım elbiseli bir iş adamıdır. limuzine biner ve
  1. indiği yerde artık yaşlı bir dilenci kadın kılığına girmiştir. Dilenci olarak para toplarken dudakları oynamaz ancak bir içses duyarız.Kendisini kimsenin sevmediği çok yaşlı biri olduğundan bahseder. Sinema : Oyuncu kendisini rolüne inandırmaktadır
    Hayat:  Hepimizin gün içinde farklı rolleri var. Örneğin bir anne,baba ve işadamı rollerimiz var. Bu rollere girebilmek için bu rollere inanmamız gerekir.

  2. “Oscar'ın gideceği” bir sonraki görevi bir animasyonda model olmaktır. Bunun ardından sonraki görevine hazırlanır. Bu esnada limuzin şoförüne “bu hafta ormanda görev yok mu?” diye sorar. Şoför olmadığını söylediğinde “ormanı özlüyorum” der.

    Animasyon filmine model olmaya giderken aslında sanal bir dünyaya adım atmaktadır. Oysa orman veya tabiat gerçekliğe bir atıf gibi. Filmin başındaki orman dekoruna da  gönderme gibi duruyor.

    Sinema: Hatırlarsanız orman dekoru ile karşılaştığında aslında Oscar oyunda değildi sadece oyuncu olduğunun bilincindeydi. Dolayısıyla sadece kendisinin girebildiği o gerçekliğe bir özlem duymaktadır. Ve animasyon gibi bilgisayar dünyasının dahil olduğu noktada gerçek bir oyunculuk sergilediğini düşünmemektedir.
    Hayat: Günümüz dünyası sanallaşmıştır. Hepimizin bir gerçek kimliği bir de sanal kimlikleri oluştu. Ve sanal kimliklerimiz aslımızla alakasız.
  3. Sıradaki görevde Oscar faredir. Kanalizasyonlarda gezip çiçek kağıt ne varsa yer.

    Sinema:Burada da ilk aklıma Cronenberg geldi. Zaten peşi sıra sahnelerden birindeki yönetmen olarak boy gösteren Geoffrey Carey'in , David Cronenberg'e benzediğini söylemeye bile gerek yok.
    Hayat: Bu kısa filmde ise gerçekliğin tamamen derinleştirip bilinçaltına inerek en derin fantezilerin, kötü huyların döküldüğü bir alt katmandayızdır. 
  4. Bu görevinin ardından bir kızını partiden almaya giden bir babayı canlandırır.
    Belki önemsiz bir rol ve hayattaki önemsiz anlar.

  5. Her sinemada olduğu gibi burada da filme ara verilir. Ancak oyuncumuz bu arada da yine bir rol oynar. Film arası müziği ile bizlere şölen sunar.
    Oyuncunun kendi hayatına dönmesi 
    hayata dair... rollerimizden arındığımız gerçek benliğimiz
  6. Sonraki görevinde, kendi benzerini öldürüp bir oyunun tuzağına düşerek katilin ve kurbanın kim olduğunun belirsiz olduğu gerilim filmi oyuncusu olur.
    Açıkçası daha iyi sinema okuryazarları kesinlikle buradaki yapımda akıllarına bir yönetmen getirmişlerdir. Bana bu sahneler bir Coen Brothers anımsatmıştır. Bana bunu anımsatanın ne olduğunu tam bilmiyorum :) Hayata dair ise kendi kendimizin kurbanı ve celladı olduğumuzu düşünebiliriz.

  7. Limuzine geri dönüp bir sonraki rolüne hazırlandığı esnada, Oscar arabada yalnız olmadığını farkeder. Limuzinde ajansın adamlarından biri de oturmaktadır.

    Bu kısım filmin özeti gibidir. Oldukça açıklayıcı bir diyalog geçer ikili arasında. Adam Oscar'a yaptığı rolün insanlar tarafından artık inandırıcı bulunmadığını söyler. Bunun nedenini öğrenmeye çalışır. Yorgunluk mudur yoksa artık işini sevmiyor mudur? Oscar eski oyunculukları film setlerini özlediğini söyler. Eskiden kameraların çok daha büyük olduğunu giderek küçüldüğünü ve şimdilerde kameraları görünmediğini söyler. Artık kendisinin de inanmakta zorluk çektiğini söyler. Adamımız ise Oscar'a cevaben role inanmak için kameraları görmeye ihtiyacının olmadığını söyler. Ve neden devam ettiğini sorar. Oscar neden başladıysam aynı nedenle yani “rol yapmanı güzelliği” der. Adamımız gözlüğünü çıkararak, güzelliğin sadece bakanın gözlerinde olduğunu söyler. Oscar “ya artık bakan kalmazsa” der.

    Bu noktada yine seyircinin görmezliğine atıfta bulunarak, bizi filmin başına döndürmüş oldu. Artık seyirci bakmamaktadır,görememektedir. Onların gözleri kapalı olduğundan, güzellik, onların gözlerinde de olamaz. Oscar ise insanlar rolünü beğensin diye değil de, rol yapmaktan hala keyif aldığı için işine devam etmektedir. Teknoloji öyle hızlı ilerlemiştir ki aslında rol yaptığının veya bir film setinde olduğunun bile farkında değildir. Hatta rolüne kendi bile bazen inanmamaktadır
    Hayata taşırsak bu durumu aslında biz bir izleyen olmadan kimiz? diye sorgulayabiliriz.Kimse bakmıyorsa rollerimizi sürdürebilir miyiz? Güzellik bakanın gözlerindeyse, bakan baktığını ne kadar doğru tanımlayabilir?ve bizlerin bu tanıma inanması ne kadar doğrudur?

    Bu konuşmanın ardından limuzin şoförü Celine, Paris'in bu gece güzel göründüğünü söyler. Ancak Oscar baktığında etrafı yeşil bir ışık altında farklı renklerde görür. Sanki bir kameradan izliyormuşçasına.
    Oyuncu artık izleyici olmuştur. Veya hayata dair bakarsak kendi gözlerinden ne gördüğünü farketmiştir.

    Sonraki rolünün konuşmalarını ezberlerken Oscar birden limuzini durdurur. Birden arabadan farklı bir karakter olarak iner ve birkaç kişiyi öldürür. Belli ki bu hiç de planlanan bir şey değildi ki Celine etraftakilere karışıklık olduğu açıklamasını yapar.
    Büyük bir ihtimalle Oscar kaçak bir rol üstlenir burada. Ya birinin rolünü çaldı ya da ajanstan bağımsız bir iş yaptı.İzleyici olmak değil oyuncu olmaya devam etmek istedi. Ve yine hayata dair... kimse izlemediğinde kendimizle başbaşa kalırız. İzleyen biz oluruz. Acaba bu yük çok ağır gelebilir mi? Hatta öyle ağır bir yükki birden yine izlenmek gözler önünde olmak ve boylece varlığımızı kanıtlamak isteyebiliriz.
  8. Peşi sıra rolünde yaşlı bir adamı canlandırır. Filmin başında sahneye yürüyen iri siyah köpek burada da rol üstlenmiştir.
  9. Sonraki rolü bir müzikaldir. Bu rolünün arından tekrar limuzine bindiğinde etrafı tekrar farklı renklerde görür. Burada da limuzin şoförü ile bir konuşma geçer. Oscar gece yarısı olmadan gülmeleri gerektiğini söyler. Yarının ne olacağı bilinmez.
  10. En son rolünde eşi ve çocuğu maymunlardır. Gece yarısını biraz geçe, ertesi sabaha kadar üstleneceği baba rolü için eve girer.
Limuzin artık oyuncusunu bıraktıktan sonra ajansa geri döner. Ajansın ismini görürüz Holy Motors.


HolyMotors ismindeki ajans aslında Hollywood'a bir göndermedir.Hollywood kelime itibariyle bir tür bitkiormanı olduğundan filmin başındaki orman dekoru ve "ormana geri dönmek" isteğini daha kolay anlayabiliriz. Holy ile hollywood'un kutsallaştırıldığı ve motor ile mekanik, duygudan uzak bir ifade elde edildiğini de anlayabiliriz. Hayata dair bakıldığında ise insan oyun sahasında olmayı ister. Kendi sahasında kendi gözlüklerini bıraktığında yaşama dahil olduğunda yaşamaya başlar.Kutsal olan budur. Ancak şu an bunu mekanize bir duygusuzlukla rollere bürünerek ve sadece izleyici olarak yaparsa sadece izleyici olacaktır. Üstüne üstlük kendi hayatının değil bir başkasının hayatının izleyicisi.

Bir çok limuzin ile birlikte Celine'in kullandığı limuzin de garaja park eder. Celine bir maske takarak araçtan ayrılır. Artık onun rolü bitmiştir. Nasıl ki Oscar oyunculuğunu göstermeden önce gözlüklüyse, burada da Celine oyunu bitirip maskeli haline geri döner.
Oyuncu filmde olduğu sürece oyuncudur ve insan hayatın içinde olduğu sürece yaşar.
Tüm limuzin şoförleri ayrılınca, limuzinler kalır. Limuzinlerin de başka sorunları vardır. Limuzinlerden bir tanesi artık insanların görünür makineleri istemediklerini, bir diğeri de artık hareket(action) istemediklerini söyler. Bir diğeri, insanların aslında ne istediklerini sorar. Hiçbiri bilmemektedir.
Limuzinler filmin teknik ekibi diye düşünülebilir. Film boyunca teknolojinin değişiminden bahsedildiği için burada da rahatlıkla limuzinlerin kendilerine ihtiyaç duyulmadığını düşünmelerinin sebebinin teknolojik gelişmeler olduğunu düşünebiliriz. Artık filmlerin set ekibine ihtiyaçları olmadığını düşünürler. İzleyicinin de zaten böyle bir talebi yoktur. Aslında izleyicinin hiç talebi yoktur. Ne istediğini bilmez.
Hayata dair bakınca da izleyici sadece izleyicidir. Dahil olmadığı konu hakkında talepte bulunamaz. Zaten sadece izlediği için bir talebi de olamaz. Talep yaşamayı ve hayata dahil olmayı gerektirir. İzleyici değil oyuncu olmayı gerektirir. İzlediği kendi hayatı bile değildir. Bir başka hayatı izler ve arka plandaki teknik altyapıyı da görmezden gelir. Bu karşımdaki hayatın bu noktada olmasına sebep olan kurgu,teknik altyapı nedir sorgulamaz ve dahi aklına da gelmez.
Sonuçta
Bir çok insan filmin dünya düzenine bir başkaldırı olduğunu belirtmiş. Olabilir ancak ben yine de bu açıdan bir bakış ile tüm filmi çözemedim.
Bir başka görüş ise filmin “hayat bir sahnedir” konusu etrafında döndüğüdür. Bence tam ifadesi hayat bir filmdir.

Holymotors hem Hollywood eleştirisi iken hem de hayata dair bir eleştiridir. Zaten filmi de hayattan koparamayız. Film hayatın içinden çıkmıştır. Belki bizi bize yansıtır. Gözlükleri çıkarıp bakmak ve dahil olmak gerekir.

Aslında film de bir bütündür. Aynı hayat gibi.
Bir film oyuncusuyla, yönetmenleriyle, köpek ve bebek gibi figüranlarıyla, limuzin ve şoförü gibi arkada çalışan kameraman vb. tüm ekibiyle birlikte bir film olabilir. Sinema eleştirisi gibi düşünürsek kısa filmlerin türlerini bile bir nedeninin olduğunu anlayabiliriz. Hatta filmin başında ve sonunda da ustaya saygı gibi kısa geçişler de vardır. Her kısa film bir başka yönetmene gönderme yapar niteliktedir. Her kısa filmin ayrı bir türü vardır. Dram, gizem, cinayet, müzikal, bilim kurgu,animasyon,...öyle çok gönderme ile karşılaşılıyor ki, eminim sinema bilgi seviyesi benden ileride olan bir çok insan için bu filmden sayfalar dolusu yazı çıkar. Ancak benden bu kadar :)


Hayat da böyledir.

Kendi hayatına izleyici kalmadığın veya başkalarının hayatlarına kapılıp gitmediğin, kendi dünyanın kurgusunda yaşadığın ve rollerini atma cesareti bulup da kendini farketmeye çalıştığın. Sen bir başkasının hayatına bakarken nasıl körsen, bir başkasının da senin hayatına bir kör olarak bakacağını unutmadan onların beğenileri dahilinde yaşamayı bırakarak, aynı şekilde gözlemlediğin herşeyde kendi düşüncelerini katmayı bırakarak ve böylece başkalarını yargılamadan yaşama cesareti bulduğun, kendikendinin kurbanı ve celladı olmayı bırakıp, izleyeceksek de kendimizi izlediğimiz bir filmdir. Etrafımızdaki figüranları veya hayatımıza şekil verenleri hayattan dışlayan bireyselliğimizi bırakıp onlara sunduğumuz maskeleri ve onları gözlemlediğimiz gözlükleri atmamız lazım. 
 
Ve evet hepimizde birer maske var. Her gün sabah bir aile babası iş adamı birinin arkadaşı vb. rollerimiz var. Gün içinde bu roller değişir bir iş adamı birinin çocuğuna veya birinin en iyi arkadaşına dönüşebilir veya insan bilinçaltında yer eden nefreti,kırgınlığı bastırabilir. Hayat karmaşıklaştıkça ve günümüzdeki teknoloji ve bilgi içinde rollerimiz de artar. Sanal bir hayatımız ve beğendirmeye çalıştığımız bir kimliğimiz var. Bizler görünmez kameraların (ki bunlar diğer bireylerdir) önünde oyuncularız. Asıl izlenmediğimizde biz neyiz, kimiz, hayatımızı görmeyen gözlere değil kendimize beğendirmeye çalışıyorsak bu roller nedendir?


Kısacası

Film bize kendi hayatımızı,hayatın içindeki bizi sorgulatırken öte yandan kendini de film sektöründe sorgulamaktadır. Film bize kendimizi sorgulatırken haddini aşmamış kendini de yargılamıştır. Bize bakarken gözlüklerini çıkarıp kendi yargısıyla bizi eleştirmeden içindeki sorunları farketmiştir.Bizlerin de filmi sorgularken gözlüklerimizi çıkarıp kendi yargılarımızı bir kenara bırakarak kendi sorunlarımızı farketme konusunda yardımcı olmuştur. Nihayetinde film bizi eleştirirken kendini izlemiş ve biz de filmi incelerken kendimizi izlemiş olduk.





28 Haziran 2013 Cuma

3 günde Salzburg - Hallstatt


3 günde Salzburg - Hallstatt

Yine kısa sürede bir gezi daha :)
Bu defa THY nin yeni uçmaya başladığı bir Avusturya şehri olan Salzburg'a gitmeye karar verdim.
Aylar öncesinden biletimi aldığım için oldukça uygun bir fiyata gidiş dönüşümü ayarlamış oldum.
Tabii aylar öncesinden planladığım için sadece Salzburg'u değil civarında bulunan Unesco listesinde olan ve Çin'lilerin de bir kopyasını inşa ettikleri Hallstatt asıl hedefim oldu.
Bir çok blogda ve internette okuduklarıma göre yolu epey uğraş gerektiriyormuş...Açıkçası ben çok kolay ulaşım sağladım :) Sırası gelince sizlere bu ulaşımı da aktaracağım.

Genel :


- Salzburg hakkında :  İngilizceniz varsa : http://www.salzburg.info/en
sitesinde müzeleri, turları,gideceğiniz dönemdeki festivalleri inceleyebilirsiniz.
- Salzburg Card :       Ayrıca kalacağınız güne,gezeceğiniz yerlere göre Salzburg Card alabilirsiniz. 2013 tarihinde günlük Salzburg Card 26Euro idi. Güncel fiyatlar için
http://www.salzburg.info/en/sights/salzburg_card/salzburg_card_online_booking
Bu kart ile müzelere ücretsiz ve hızlı giriş imkanınız bulunuyor. Şehir oldukça küçük ama yine de otobüs kullanmanız gerekirse yine bu kart ile ücretsiz otobüslere binebilirsiniz. Müze gezmekten hoşlanmıyorsanız bile Hohensalzburg Fortress (Salzburg Kalesini) , Hellbrunn Palace & Trick Fountains gibi yerleri görmek isterseniz yine bu kart ile extra para ödemekten kurtulmuş olursunuz.
- Bir çok müze saat 17:00 de kapanıyor.

Görülmesi gerekenler ilk 10 listesi az önce belirttiğim linkte şu şekilde sıralanmış :

Hohensalzburg Fortress
Mozart's Birthplace
Mozart's Residence
Salzburg Cathedral
Hellbrunn Palace & Trick Fountains
Salzburg Museum
Museum of Modern Art Salzburg Mönchsberg
Museum of Natural History
Residence Gallery Salzburg
Salzburg Zoo

Bunların hepsini gezemedim ancak benim açımdan daha cazip olan yerlere gittim.

1.Gün: Salzburg:
Hohensalzburg Fortress, yani Salzburg'un tarihi kalesi oldukça büyük bir alan. Burada zaman kaybetmeye hazırlıklı olun.

Bu kaleye en kolay füniküler ile ulaşılabiliyor. Eğer kartınız varsa füniküler için ayrı bir ücret ödemenize gerek yok. Henüz kart almadıysanız fünikülere girdiğiniz gibi görevlilerden bunu satın alabilirsiniz.
Kaleden şehri kuşbakışı görmek oldukça keyifli.


İlk gün uçağın varış saati öğleden sonra olduğundan sadece Hohensalzburg Fortress ı ve Mirabellgarten'ı gezebildim.
Geriye kalan zamanda da şehrin en kalabalık ve tarihi bölgesi olan getreidegasse de geçirdim.

Ertesi sabah erken bir vakitte asıl hedefim Hallstatt'a gidecegim için akşam Mirabelgarten civarında zaman geçirip kendimi yormama kararı almıştım.


















Fakat bir Salzburglu tanıdığın ilginç bir mekan önermesi ve keşif duygumu tetiklemesi nedeniyle kendimi eski bir kilisenin bahçesinde bira içerken buldum :)
Bu kiliseye ulaşmak için Mirabelgarten'dan çıkıp nehrin öte tarafına geçerek ve getreidegasse tarafına geçmeden bolca yokuş ve merdiven çıktık. Kilisenin içi bir nev-i bara dönüşmüş, bahçesi(ki malesef fotograflayamadım) bildiğimiz çay bahçesi kıvamında. Genelde yerel halkın akşamları dinlenmek için uğradığı bir yer.




2.Gün: Hallstatt:
Gelelim asıl hedefe :) Hallstatt'a... Olabildiğince erken yola çıkmanızı öneririrm.
Hallstatt'a gitmek için belirli bir yerden bilet almanıza gerek yok. Otobüslerde bilet satılıyor.
Mirabellgarten'ın hemen önündeki Mirabellplatz caddesinden otobüsler kalkmakta.Eğer bu yolu bulamadıysanız aynı otobüse tren terminali yakınlarından da binmek mümkün.
Otobüs duraklarında led li otobüs saatlerini gösteren tabelalar bulunuyor. Yanlış otobüs durağından beklemeyin.:)
Bu duraktan Bad Ischl ' a giden Postbus firmasının otobüslerine bineceksiniz. Otobüs numarası 150. Bilet fiyatı yaklaşık 9Euro
(otobüs saatleri için : http://fahrplan.oebb.at/bin/query.exe/en?L=vs_postbus& )

Bad Ischl



otobüs yolculuğundan bir kare
Otobüs yolculuğundan bir kare


















Son durak Bad Ischl. Yaklaşık 1saat20 dakikalık güzel manzaralı bir yoldan geçerek ulaşılıyor.Son durak tren istasyonunun hemen önünde.
İndikten sonra ÖBB tren biletinizi alın. Tren ile gideceğiniz durak Gosaumühle
Bu yol ise daha kısa yaklaşık 20 dakikada Gosaumühle'de olacaksınız. (Eğer bir asyalı görürseniz onun indiği yerde inin :D Bir çoğu Hallstatt'a gitmeye çalışıyordur.)







Burada indikten sonra bir patika ile göle inişi göreceksiniz. Gölün karşı kıyısı Hallstatt. Karşıya gitmek için küçük bir bota bineceksiniz. Manzaranın keyfini çıkarın mutlaka :D






İndikten sonra dönüş saatlerine bakmayı ihmal etmeyin. Eğer burada konaklamayı düşünmüyorsanız ve geldiğiniz yoldan geri dönecekseniz, son bot oldukça erken bir saatte (18:30 civarı) kalktığından geriye dönemeyebilirsiniz.

Hallstatt mükemmel güzellikte bir kasaba. Güzelliğini anlatmak yerine fotoğrafları ekledim :)



Dar sokaklarında doğanın tadını çıkarın :)




devam...



Hallstatt kasabasının ilginç bir de kilisesi var. Kiliseyi ilginç kılan böyle huzurlu bir mekana pek de yakışmayan kafatası ve kemikler yığını. Yeterince korkutucu değilmiş gibi bir de boyanmışlar :)



Zamanında yeterli sayıda mezar olmamasından dolayı eski mezarlar yeni ölülere yer açmak için kazılmış ve kemikler çıkarılmış.

Hallstatt'ta ayrıca tuz madenleri bulunmakta. Ne yazık ki madenlerin girişindeki bir görevlinin "botlarla ulaşım durduruldu" şeklinde konuşması beni paniğe sevkettiği için görebilme fırsatım olmadı.
Göl kıyısında balık ve bira keyfini ihmal etmedim




Geri dönüşünüz de aynı şekilde olacak. 
Botla karşıya geçin.
Öbb ile bu defa Bad Ischl a dönün. 
İnince hemen otobüs duraklarının yanında olacaksınız. 150 no 'lu otobüs ile Salzburg'a dönülebilir.


 



3.Gün: Salzburg:
Mozart's Birthplace
Mozart's Residence
Hellbrunn Palace & Trick Fountains
gezdikten sonra dönüş


 


15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bu defa hem yaz tatilimizi yapıp hem de keşfe çıkalım istedik.
Güzergahımız : Karadağ(Montenegro)-Hırvatistan olacak.
Karadağ Podgroica havaalanına THY haftanın 4 günü doğrudan uçuş imkanı sağlıyor.(Bu sene daha da sıklaşmış bu uçuşlar)
Planımız: Podgorica-Kotor-Dubrovnik-Budva-Podgorica şeklinde olacak.
Kotor ve Budva'ya sadece 1er gün ayırdık. Kotor'a 2 gün ayırmak daha iyi olabilir.

Önemili Notlar:
1) Karadağ'da Euro geçiyor ancak Hırvatistan kendi para birimi Kuna'yı kullanıyor. Euro'nun geçmediği çok yer olacaktır. Hırvatistan'da paranızı Kuna'ya çevirmelisiniz.(Yaklaşık 1Euro=7.2Kuna)
2) Karadağ'dan Hırvatistan'a geçiş : Eğer yaz aylarında geçiş yapacaksanız otobüsü tercih edin. Yollar çok kalabalık oluyor. Otobüslere öncelik tanıyan geçişler var. Ayrıca yollar çok virajlı ve uçurumlu olduğundan şoförlüğünüze ne kadar da güvenseniz otobüsle yol almak daha iyi olacaktır. Bir de tabii ki hız sınırı 50-60 kilometre. Bunu farketmeden radara yakalanırsanız sorun çıkarabilirler. Ayrıca Türk olduğunuz için pasaport kontrolünde o kadar turist içerisinden sizi indirip sorgulamaya başlayabilirler. Biz çok gerildik :) siz gerilmeyin. Sakin kalmaya çalışın.
3) Ayağınızda altı kaymayan sağlam bir ayakkabı olsun. Kale çevresinde ve surlarda zemin çok kaygan olabiliyor. Ve bir çok sokak sadece merdivenlerden ibaret :) bu yüzden rahat ayakkabılarınızı yanınıza almayı unutmayın. Tekerlekli valiz yerine sırt çantalarını tercih edin.
4) Otobüs ücretleri ne olursa olsun herbir bagaj için bozuk 1 Euro'yu cebinizde bulundurun. Büyük paraları göstere göstere cebinizden çıkartmayın :)
5)Gideceğiniz yerlerde sokak ve kapı numarası olMAyacak. Evet malesef doğru. Bir çok sokak merdivenlerden ibaret. O yüzden iyi bir harita ve yön duygunuza başvurmanız gerekiyor.Yol tarifinizi bilindik restorant vb. başvuru noktaları koyarak almanızı şiddetle öneririm.
6)Otelde kalmak yerine booking.com dan pansiyonlara apartments şeklinde odalara bakmanızı öneririrm. Hem daha ucuza kalırsınız hem de dilediğiniz yere yakın konaklama imkanınız olur.
7)Otobüslerde mola verilmiyor. Ve otobüs kalktıysa durdurup da binme ihtimaliniz de yok :) Beklemiyorlar. Bu yüzden yanınıza yiyecek içecek alın ve otobüsten fazla uzaklara ayrılmayın :) Otobüslerde koltuk numaraları da yok. Bunun için de yine erkenden istediğiniz yere oturmaya ve yoldaki manzaranın keyfini çıkarmaya bakın.
8)Yanınıza vücuda sürülen böcek kovar almayı unutmayın. Bu bölgelerde yataklarda tahtakuruları olabiliyormuş :) Ben yatak böceklerine rastlamadım ama üzerime atlayan kene gördüğümden işinizi şansa bırakmayın derim.


İstanbul - Porgorica:
Podgorica havaalanı oldukça küçük. Girişte ise hiç sıkıntı çıkartmıyorlar.
Eğer Podgorica'da gezmek istemiyorsanız havaalanından doğruca terminale gidin. Bunun için havaalanının dışında sol tarafta taksiler var. 15euro'ya terminale götürüyorlar.

Terminalden Kotor'a,Budva'ya, Herceg Novi'ye yada doğrudan Dubrovnik'e otobüs bulunuyor. Otobüsler oldukça eski. 30-40 yıllık... Şoförlerinin sigara içtiği, biletlerinizle kendi koltuğunuza değil istediğiniz yere oturduğunuz eski araçlarla yol alacaksınız. Biz Kotor'a kişi başı 7Euro'ya gittik.Bagajınız varsa +1 Euro ekleyin bu ücrete :)



Yol yaklaşık 3,5 saat kadar sürüyor. Mola verilmiyor. Kotor'a giderken otobüs Herceg Novi , ve bir kaç durağa da uğrarak gidiyor. Kotor'a vardığımız gibi ertesi gün Dubrovnik için otobüs biletlerimizi aldık. Bunlar da kişi başı 14Euro tuttu.


Kotor oldukça küçük bir şehir. Terminalden yürüyerek sahile inebilirsiniz. Oldukça yakın. Eğer körfezin karşı yakasında konaklayacaksanız taksilere başvurmanız gerekebilir. Biz körfezin terminale yakın olan kısmında kaldık. Dolayısıyla yürümek sıkıntı olmadı.




Daha önce yazdığım gibi malesef hiçbir kapıda numara yazmıyor. Ama insanlar çok yardımsever. Sizin valizinizi alıp otelinize kadar götürebilirler :) Ama yine de dikkatli olmakta fayda var. Yolunuzu sora sora bulabilirsiniz, tabii İngilizce bilen birine rastlarsanız :)





1-2 saatlik uğraş sonucunda otelimizi bulduk. 2 kişi toplam 35 Euro'ya oldukça güzel manzaralı ve sessiz bir yerde kaldık. Lüks beklentimiz olmadığından ve bir gün kalacağımızdan Apertments Coso bizim için uygun bir seçimdi. (Eğer bu noktaya gidecekseniz bana ulaşabilirsiniz. Size detaylı yol tarifini verebilirim.) Eşyalarımızı yerleştirdik ve oldtown a doğru yola çıktık.

Otelimizi ararken o kadar zaman kaybettik ki kaleye tırmanmaya zaman kalmadı. Ancak eski şehrin içinde gezip yemek yiyebileceğiniz oldukça güzel yerler mevcut. Biz de bu zamanın tadını çıkarttık. Şehirde dolaştık. Körfez manzarası eşliğinde yemeklerimizi yedik. Toplamda 5 Euro'ya makarna yiyip, bira içebilirsiniz. Kotor yiyecek açısından da oldukça ucuz.





Ertesi sabah planımız gereği Kotor'dan ayrıldık. Ancak Kotor için en az 2 gün gerektiğini de anlamış olduk.
Sabah terminale gittik.Yolda aldığımız yiyeceklerle kahvaltımızı yaptk. Otobüs gelince de sıramızı kaybetmeden dilediğimiz yere oturduk. Bu arada otobüslerde bizim burada olduğu gibi anons yapıldığını düşünmeyin. Bindiniz bindiniz, binemediniz eşyalarınızla birlikte otobüse el sallayabilirsiniz :) ki biz bunu bir turist çiftin başına geldiğini gördük :)




Sınırda çok vakit kaybettik. Hem çok fazla araç trafiği olduğundan hem de otobüsle yolculuk yapan bizlerin de Türk olduğunu gören Hırvat Polisi güzelce aşağıya indirip bizleri sorguladığı için. Evet yaklaşık 10 dakika kadar cebimizdeki paraya kadar sorgulandık. Yeniden otobüse binince de bize çevrili bakışlardan dolayı kendimi çok kötü hissettim. Bu arada pasaportlarınızı mutlaka kontrol edin. İnadına pasaporta damga vurmayabiliyorlar. Kontrol ettiğim için şanslıydım :( pasaportuma damga vurmamışlardı. Geri inip damgayı bastırttım.

Yolculuğun bitimine doğru uzaktan Dubrovnik'i görmek bizi çok heyecanlandırdı. Dubrovnik otobüs terminalinde para bozdurduk çünkü şehir içi otobüslerde Kuna hariç para birimi geçmiyordu. Otobüs biletleri yaklaşık 2Euro civarı. Terminalde 8-9 hat var. Buradan dilediğiniz yere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.Geri dönüş biletlerimizi(Budva) de aynı gün terminalden aldık. Sonra kalacağımız bölgeye giden otobüsü bekledik. Otobüsler sık gelmiyor. Eğer fazla yükünüz yoksa yürüyerek, tersine çok yükünüz varsa gideceğiniz yere taksi ile ulaşabilirsiniz. Ancak aynı Kotor'da olduğu gibi sokaklar isimsiz ve merdivenlerden oluşmakta. Dolayısıyla taksi de bir yere kadar gidecektir. Biz otobüsü tercih ettik.Ve Babin Kuk-Lapad arası bölgede olan pansiyonumuza yaklaşık yarım saat bekleme ve yarım saatlik yolculukla vardık.

Dubrovnik otobüs terminallerinin ve bankaların olduğu Gruz bölgesi,daha çok kamp alanlarından oluşan Lapad bölgesi, Boninovo adlı Eski Şehir ile Lapad arasında kalan bir bölge ve son olarak Kalenin ve genelde zamanınınızı geçireceğiniz Eski şehir bölgesi ile sınırlı.Heryere otobüs var. Otobüslerin bir çoğu fazla dolaşıyor. Sınırlı sayıda anayol var ve bu anayollardan geçen mutlaka bir otobüsle karşılaşacağınıza emin olun. Gece saat 2ye kadar otobüs bulmak mümkün. Ancak geç saatler çok kalabalık olabiliyor.

Kalacak yerimizi çok önceden ayarlamıştık. Pansiyonda kalacaktık. Eğer lükse düşkünlüğünüz yoksa siz de bu şekilde ucuza konaklayabilirsiniz. Sıkı bir pazarlıkla 2kişi günlük 60Euro'dan 37Euro'ya indirmeyi başardım ki pazarlık konusunda berbatım :)

Dubrovnik'te hemen hemen heryerden denize girilebiliyor. Eger Adriyatik'in soğuğu bana işlemez diyorsanız, buranın denizi sizin için geçerli olabilir :) Ama yurdum denizini sevenlerdenseniz (benim gibi) Dubrovnik denizi epey soğuk gelecektir. Hazırlıklı olun :)

Lapad sahilinden günlük adalar turları için botlar kalkıyor. Yaklaşık 25Euro. Tur dediğime bakmayın, bir rehberlik hizmeti almayacaksınız. Bu botların bir avantajı istediğiniz adada, istediğiniz kadar kalıp, bir sonraki tekne ile yola devam edilebiliyorsunuz. Ancak gec saatlerde dönecekseniz yer kalmayabilir. Bazı turlar ilave Cavtat bileti de veriyorlar. Cavtat'a otobüsle gitme şansınız da var. Tercih size kalmış. Deniz, adalarda oldukça temiz. Bunun dışında Dubrovnik merkezde her ne kadar mavi bayraklı plajlar var denilse de biz o temizliği pek göremedik. Ama plajlara giriş hemen hemen heryerde ücretsiz.

1.Gün : Lapad plajında sabah denize girdik. Deniz dalgalıydı. Bu yüzden bir başka plajı keşfe çıktık. Babin Kuk'a kadar yürüdük. Yol bir yerden sonra sadece patika halini alıyor. Bu bölge genelde çadırlarla konaklayan insanlar için kamp alanları ile dolu. Copacabana plajının su sıcaklığı denizi nispeten güzel geldi. Ancak yosunlu ve taşlı bulduk. Çantalarımızda passaportlar ve bolca para olmasına rağmen bırakıp denize girdik :D


2.Gün : Eski şehir'e yürüdük. Tavsiye etmiyorum :) Çoook uzun ve yorucu bir yol oldu. Otobüsle bile Babin Kuk - Eski Şehir alanı yarım saati buluyor.
- Girişin sağ tarafında kalan bütün sokakları tek tek gezdik :) İnsan kendisini geçmişte hissediyor :) Mutlaka deneyimleyin.
Eğer bu bölgeye yakın bir yerde kalıyorsanız. Eski Liman'dan adalara küçük tekne turları kalkıyor. İlk durağı Lapad civarı. Bu yüzden buradaki teknelerle gitmenizi tavsiye ederim. İlk binen siz olun :)








3.Gün : Yeniden Eski Şehir: Bu defa  surları gezdik.Surlar zamanımızın büyük bir kısmını aldı.
- Özellikle Surları gezecekseniz erken bir saatte ayağınızda rahat ayakkabılarla gitmenizi öneririm. Kalabalık yüzünden keyfini sürmek güçleşebiliyor. Surlar kalabalık insan toplulukları için çok dar ve zemin çok kaygan.
- surlardan sonra Eski Şehir yakınlarında ünlü Banje Plajında serinledik. Denizi oldukça soğuktu.










4.Gün: Lapad'tan tur ile adalara gittik. Şipan,Lopud ve Kolaçep adaları tur dahilindeydi. Her bir adada hem gezecek hem de denize girecek kadar zamanımız oldu.









5.Gün : Cavtat. Dönüşte Eski Şehire hem hediyelerimiz almaya hem de güzel bir yerde yemeğe gittik.








6.Gün : Erkenden otobüs durakları ile Gruz bölgesine, oradan da uluslararası terminale geçtik. Buvaya yolculuk başladı.

Sınır bu defa o kadar sorunlu geçmedi. Bir polis otobüste kontrol yaptı ve indi. hepsi bu :)

Budva'dan Rafailoviçi'de kalacağımız otele otobüsle gittik. Malesef otel rezervasyonumuzu iptal ettiği için çok zor bir durumda kaldık. Otel görevlisi vasıtasıyla (ki kazıklandığımızı düşünüp durdum :) ) bir pansiyona yönlendirildik. Pansiyon oldukça tatlı insanlar tarafından işletiliyordu. 25Euro'ya 2 kişi bir gece fiyata anlaştık. 
ancak o kadar zaman kaybettik ki denize giremedik. Hava kararmadan taksi'ye atlayıp Budva'ya geçtik. Taksi yaklaşık 10-12 Euro tutuyor. Taksi şoförü ile konuşup ertesi gün uçağa dönüşümüzü de yine taksi ile Podgorica'ya 40 Euro ya ayarladık.
Budva'ya geçtiğimizde akşam olmak üzereydi. Burada da Kotor ve Dubrovnik'teki gibi surlar vardı. Bu kısma giriş ücretsizdi. Sanırım bu nedenle de oldukça pis ve bakımsızdı. Yine de görülmeye değer.

Sabah erkenden taksi ile Podgorica'ya vardık. Uçağa yetiştik :) sağ salim döndük :)