4 Nisan 2011 Pazartesi

2 günlük Sırbistan - Belgrad gezim


Sırbistan – Belgrad (02Nisan -03 Nisan 2011)
2 günlük Belgrad gezisi 

İki arkadaş ani bir kararla vizesi geçen yıl kalkmış olan Sırbistan'a gitmeye karar verdik. Bu bir haftasonu gezisi olacaktı. Dolayısıyla her yeri gezebilecek zamanımız olmayacaktı. Gitmeden önce Belgrada'a özel yerleri öğrendik. Balkan Otel'den rezervasyon yaptırdık. Uçak biletlerimizi aldık. Ulaşım konusunda yarı bilgisiz halde yolculuğa hazırlandık. 

02 nisan tarihinde Türk Havayolları ile kısa bir yolculuğun ardından Nikola Tesla Havalimanı'na vardık.
Elimizdeki Euro ları Sırp Dinarı'na çevirdik. 1 Euro yaklaşık 100 Sırp Dinarına karşılık geliyor. Bir anda elimizdeki paraların çokluğuyla zenginleştiğimize inansak da paramızı bozan görevli Belgrad'ın pahalı bir şehir olduğu konusunda bizi uyarınca kısa süreli zenginliğimiz son buldu :) Daha sonra görevlinin bizi gereksiz korkuttuğunu anladık. Çünkü Belgrad hiç de pahalı bir şehir değil. İstanbul'da geçinebiliyorsanız Belgrad size sürpriz yapmayacaktır.

Havalanından çıkışta taksi şoförlerinin, aynı Türkiye'de olduğu gibi, çantalara aniden hamle edip sizi zorla taksilerine bindirmek için her yolu deneyeceğine hazırlıklı olun. Biz taksiye binmek yerine otobüsü tercih ettik. Ancak taksi kullanacaksanız, araçların üstlerinde nerenin taksisi olduğuna dair bilgi içerenleri tercih edin. Tersine otobüsle gitmeye karar verirseniz, havaalanının bir üst katından çıktığınız taktirde otobus duraklarını görebiliyorsunuz. Eğer bulamazsanız birkaç kişiye sorarak tarif alabilirsiniz. Tabii İngilizce bilen birine rastlayabilecek şansılardansanız.... Gençler İngilizce biliyorlar ancak çok yardımsever değiller ve geneli sağını solunu bilmiyor :) Bir tavsiye : “sağdan dönün” derken elleri ile solu gösteriyorlarsa söylediklerine aldırmayıp elleri ile işaret ettikleri yöne doğru gidin :)

Havaalanından otobüsler ne yazık ki saat başı geçiyor. Uzun süreli bekleyişimizin ardından 72 nolu otobüsümüz geliyor. Eğer Eski Belgrad'a gidecekseniz son durakta inmeniz gerekiyor. Bizim otelimiz de Eski Belgrad'da olduğundan son durağa kadar 45 dk lık yolculuk yaptık. Bir bilet yaklaşık 100 sırp Dinarına mal oluyor. Bu arada otobüse verdiğiniz ücret de oldukça şüpheli. Çünkü şoförler kimin kaç para verdiğini pek de önemsemiyorlar. Daha sonra öğrendim ki, biletleri otobüsün belirli yerlerine yerleştirilmiş metal aletlerde delmeniz gerekiyormuş. Eğer bunu yapmazsanız ceza alabiliyormuşsunuz. Neyse ki biz ceza almadık :) Ellerimizde hatıra biletlerle otobüsten indik. Yine birkaç kişiden otelimizin yolunu tarif alıp ilerledik. 

Otele varıp görevliden bir harita rica ettik. Eşyalarımızı odamıza bırakıp gezimize başladık. Planımızda önce Kalemeydanı'na (Kalemegdan) gitmek vardı ancak kendimizi Knez Mihailova Caddesinde bulduk.

 
İstanbul'u bilenler bu caddeyi görünce bizim gibi “aaa İstiklal Caddesi” yakıştırmasını yapacaklardır. Cadde İstiklal'den daha genişçe ve daha çok ara sokaklarında yemek yenilecek kahve içilecek yerler var. Ana caddede daha çok mağazalar hüküm sürüyor. Knez Mihailova sadece görünüm açısından değil yoldaki satıcılar nedeniyle de bize İstiklal Caddesi'ni hatırlatmaya devam etti. 

Bir sokağın köşesini kendisine mesken edinmiş bir kestane satıcısı, yaptığı resimlere alıcı arayan bir sanatçı, elindeki ışıklı oyuncağı havaya atan bir sokak satıcısı, farklı farklı müzik aletleri ile şapkalarına para toplayan müzisyenler, bir de bunların üzerine hatıra eşya alırken konuştuğumuz satıcının Türk dizileri hakkındaki beğenisini dinlemek bizleri memleketten fazla uzaklaşamadığımızı gösterdi. Bir ara arka cebimden düşmek üzere olan bir kağıt parçası ile de peşimden yürüyen Sırplıları epey tedirgin ettim. Şu önemsiz kağıt parçasının yaptığına bakın. İnsanlar bana cebimden bir şeyin düşmek üzere olduğunu anlatmaya çalışıyorlarmış nafile anlamadım. El,kol işaretler, derken nihayet elim cebime gitti. Endişelenmiş Sırplıların yüzünde de gülümseme oluştu. Hepimiz o kağıdı kurtardık diye mutlu bir şekilde yola devam ettik :)

Bu enerji dolu caddeden asıl amacımıza, Kalemeydanı'na, gitmek üzere ayrıldık. Nispeten tenha olan yollar boyunca yine farklı keşifler tatlar sundu Belgrad bize. 


Ara sokakları keşfe zamanımız olmadığından Belgrad müziğinin yapıdığı sokakları ne yazık ki gözden kaçırmışız.

Kısa bir yürüyüşle Kalemeydanı'na vardık. Burası devasa büyüklükte park ve tarihi yerden oluşan bir alan. Girişte savaş hatırlaranın satıldığı vahşi görünüşlü ufak tezgahlar gözümüze çarptı.Tezgahlarda satılanların üzerinde fiyat etiketi göremedik. Fiyatlarını sorduğumuz şekerlemeler de oldukça pahalıydı. 
Satıcının yüzündeki sinsi gülümseme de tedirgin edince bizleri kazıklanma endişesi ile şekerlerden uzak durduk.

 
 
Belgrad'ın havası hep mi böyle bilmiyorum ancak bir iki saat içinde; bir defa şiddetli yağmur yağdı; bir ara korkunç rüzgar esti, kalın montlarımız bile bizi soğuktan koruyamadı. Kısa bir süre sonra da o kadar sıcak bir hava ile karşılaştık ki kısa kollu kıyafetlerle gezimize devam ettik. Ama yarım saat sonra yeniden şiddetli yağmur yağdı :) Yağmur yağmadan önce Sırbistan'dan Türk güçlerini uzak tutmayı başardığı düşünülen ve bu yüzden için Sırplar için önemli biri olan Kara George'un geçidini gezmeyi başardık.

 
Park'ın tamamını gezmeye vaktimiz olmadığı için hızla ilerlemeye devam ettik. Bu arada özgürlük anıtını da görmeyi başardık. Bu bölge sanırım Belgrad'ın en güzel manzarasına sahip yeri olsa gerek. Sava ve Danube nehirlerinin birleştiği yer ayaklarınızın altında. Parkı düzenleyenler de manzaranın hiçbir noktasının gözden kaçmasını istememişler ki; zemini nehirlerin kesişim noktasına doğru çıkıntılı bir şekilde düzenlemişler.Bu güzellik bizi öyle çok büyüledi ki oradan ayrılmak istmedik. Karnımda çalan zillere rağmen “Keşke şu manzaranın keyfini çıkartıp kahve içeceğimiz bir yer olsa” dedim.

  
Meğer ben tam da bunu düşünürken birkaç adım ötemizde hayal ettiğimiz yer duruyormuş. Yürümeye devam edince farkettik. Kafenin girişi pek sevimsiz zindan görünümlü olsa da :) manzara çok güzeldi. Suratsız genç çalışandan menüyü istedik. Menüdeki yerel kahve ilgimizi çekti. Neymiş bu yerel kahve diye sorunca garson “bildiğin Türk kahvesi” dedi. Peki getir bakalım kahveleri dedik. Garson alışıldık "kahveni nasıl olsun?" sorusunu sormadan kayboldu. Kahveler gelince anladım ki; bu bizim bildiğimiz Türk kahvesi gibi sunulmuyormuş. Büyük fincanlarda gelen kahvelerin şekeri sonradan ilave ediliyor. Şekeri sonradan ilave edileceği için yanına bir de plastik kaşık eklemişler :) Fincan da büyük olduğundan sanırım; kahve, fincanın yarısını ancak dolduruyordu.

  
Kahvelerimizi de yudumladıktan sonra yemek yemek için meydana gittik. Meydan yakınlarındaki restaurant arayışımız bir Rus lokantası ile son buldu. Menüye baktığımızda yine Türk mutfağından örneklerle karşılaştık. Sırbistan hem Türk hem de Rus etkileri aldığından bu iki ülkenin yiyeceklerini içeriyordu,ancak kendine has özel yemekleri yoktu. Sırbistan'a özel yiyecekleri merak ediyorsanız: "Burek ve yoğurt yemelisiniz" cümlesi ile karşılaşabilirsiniz. Yemeğin ardından sokakları keşfetmeye devam ettik. Eğer eğlenceli bir şeyler yapmak isterseniz Cara Dusana yakınlarında bar-cafe-bistrolar var. Biz günün yorgunluğunu oldukça sakin bir yer olan  Orient Express'te çıkarttık. Ertesi gün Zemum'a geçmeye karar verip otelimize döndük.












 
Sabah güzel bir kahvaltının ardından sokaklarda gezmeye devam ettik. Eski binaların mimarisine hayranlık duymamak mümkün değil. Bu binaların bir çoğu müze olarak kullanılıyor. Ancak fazla zamanımız olmadığından keşiflerimizi bir yerde kahvemizi yudumlayarak noktaladık.

  
İstanbul'a dönüş uçağımızın saati erken olduğundan Zemum'a geçemedik. Bu da bizim ikinci kez Belgrad'a gitme bahanemiz olsun. :)